Biliyor muydunuz, “Ben”lik (benim bedenimde “Zeynep’lik”) esasında biriyle karşı karşıya gelindiğinde ortaya çıkıyor? Sadece his veya deneyim olarak değil, beyinde hareket olarak da o zaman belirginleşiyor. Ağaçların arasında tek başına yürüyen beynin o kadar çok ihtiyacı olmuyor “Ben”e ama bir tehdit veya sevdiği bir arkadaşını gördüğünde hemen devreye giriyor. Sanmayın ki “Ben” beyinde tek bir bölge veya tek bir merkezde. Aksine birçok bölgeden beslenen, birçok bölgenin varlığına bağımlı, deneyimlerle sürekli değişen, dönüşen bir enerji dalgası “Ben” denilen şey.
Bahsettiğim “Ben”lik, Advaita uzmanı Wayne Liquorman’ın ve sinir bilimci Antonio Damasio’nun bahsettiği Otobiyografik Benlik. “Yapıyorum, ediyorum” dedirten, zamanla ve deneyimle değişen şey. Yoksa temel işlevlerin görüldüğü, nefesin, kalp ritminin ayarlandığı, acıkıldığına dair sinyali veren ve açsa yemeği oturup yiyen, temel anlamda biyolojik olarak kendini ayrı hisseden ve hayatta kalmaya programlı “Merkez Ben” sürekli işlev halinde. Bu birçok canlıda daha basit de olsa var. Bizi onlardan ayıran ve spiritüel dünyanın ilgilendiğiyse diğeri.
Düşünceler, otobiyografik Benliğin konuşma dili. Hafıza ise beslendiği yer (merkez ben hisler ve duyular aracılığı ile besleniyor). Beynin hem en komplike kısmı (korteks) hem de daha basit yerleri otobiyografiye katılım halinde ama tek bir yeri yok veya sabit bir hızda işlev halinde değil, artıyor, azalıyor, bazen hiç olmadığı oluyor! İnanabiliyor musunuz? Belki Godfrey’in herkes Samadhi’ye girip çıkıyor demesinin biyolojik karşılığı budur.
Zeynep bazen çok, bazen az.
Bu aralar iletişim konusunu çok düşünüyorum. Meditasyon önerdiğim arkadaşlarıma, öğrencilerime, en başta kendime, artık önerdiğim şey: nasıl iletişim kurulduğuna bakmak. Baksanıza, biyolojik olarak da otobiyografik benliğin en doruk noktası bir başkasıyla karşı karşıya gelme anında ortaya çıkıyor. Güvenli bir odanın içerisinde tek başına gevşek hareketsizlikte otururken veya iyi yazılmış spiritüel bir kitabı çimlere uzanarak okurken varılan nokta, biraz çelişki içerisinde olduğumuz birini uzaktan dahi gördüğümüzde darmadağın olduğuna göre, esas çalışma alanı sanırım orası! Sadece arkadaş, eş, aile ile değil, kıyafet, masa, otobüsteki diğer insanlar vs. ile olan iletişimler de dahil. Sakın yanlış anlamayın, bu herkesle ve herşeyle iyi olmak lazım, çiçek çocuklar misali otobüste el ele tutuşalım şarkı söyleyelim demek değil. Sürekli konuşalım, içimizde ne var ne yok dökelim, dürüstlük abidesine dönüşelim demek de değil. Sadece bakalım, ne var ne yok, bir obje, bir kişiyle karşı karşıya geldiğinde bedenin tepkisi ne, çıkan kelimeler ne? O ezber tanıların ardındaki ne?
Erich Schiffmann’ın hocası o tanımlardan “gölge suretler” diye bahseder, bir nevi otobiyografik Benliğe verdiği isimdir. Geçmişe dayalı bir liste gibidir der, o listeden kendinize bir gölge suret oluşturursunuz (statü), ona inanırsınız, başkasına gölge suret ekler, ona inandırırsınız ve bu oyun böyle devam eder. Hiçbir zaman iletişime geçmezsiniz, hiçbir zaman bağlantı kurmazsınız. Hayali, gerçek olmayan şeylerin üzerinden iletişimde olduğunuzu sanırsınız diyor. Halbuki şu an tek gerçek “Ben’im, Sen’sin”dir. Bunun dışındaki her şey, geçmişin şu an yaşanan mükemmeliyetin üzerini örttüğü bir hikâyedir der. Sanırım Merkez Benlik, “Benim, Sensin” aşamasında yaşıyor sürekli.
Ayrıca şunu ekler; “Çoğu kişi kendi iç bilgeliğiyle bir araya gelmenin insan dünyasından uzaklaşmak olduğunu sanıyor. Uzaklaşıp, Gerçekle iletişime geçip, sonra geri dönüp tatsız sevimsiz diğer insanlarla yeniden iletişime geçmek zorunda olduklarını hissediyorlar. Biliyor musunuz? O bütünleşme anında ne olduğu önemli değil, ondan sonra ne olduğu önemli!!! Doğru ve yanlışın ardında yatan yer, tam burada! Cennet dediğiniz, burada! Sizin “burası insanlarla başa çıkma dünyası” diyen fikirlerininin tam ardı. Siz ve Gerçek ile aranıza giren tek şey, bu fikir.”
Çok duydum, yoga yapmaya başlayınca yoga yapmayan diğer insanlardan topluca şikayetçi olma halini. Halbuki yoganın tam da kendini ifade edeceği yer orası. Kendimdeyse şunu fark ediyorum; çevremdekilerin katıldıkları kişisel gelişim kurslarını baz alarak belirli bir şekilde davranmaları gerektiği konusunda net fikirlerim var, öyle davranmadıklarında üzülmeye ve yargılamaya yatkınlığım var. Halbuki tam da gölge suretlerin alasını çizmişim yoga, kişisel gelişim ve meditasyon kılıfı altında, haberim yok. Yolun çok başında olarak bunlara bakmaya çalışıyorum bu aralar.
Kılıfın ardında, kelimenin ardında ne var, bunu araştırmak bile yeterli sanırım. Erich Sevgiyi “Herkesin ve her şeyin içerideki Gerçeği görmeye olan isteklilik” olarak tanımlıyor . Yani kafadaki fikirlerle tatmin olmamaktan, sürekli yeniden bakmaya olan isteklilikten bahsediyor. Düşünsenize, karşıdaki sürekli değişen dönüşen bir “ben”, sizin sürekli değişen dönüşen “ben”inizle karşılaşıyor. Bu kadar belirsizlik ve değişkenlik içinde tutunacak tek sabitlik olan hafıza ürünleri, bu araştırma yolunda yeterince tatmin edici olmamaya başlıyor.
Çelişki, ikilem, tehdit, otobiyografik benliği güçlendiriyor. Harekete geçiriyor. Dinlenme, sakinleşme, şavasana ise sessizleştiriyor. Meditasyon, merkez benliğin otobiyografik benliği izleme yeri. Sürekli hareketsiz oturamayacağımıza göre, dışarıda, biriyle buluşurken, sokakta yürürken, derse girerken o bakma halini taşımayı araştırmak yapılacak tek şey gibi duruyor. Bu yazıyı okurken bile yapabilirsiniz, neler geçiyor aklınızdan, neler oluyor bedeninizde? Bu yazı ile iletişimdesiniz şu anda.
Nefes verildiğinde, otobiyografik benlik hareketi az da olsa dinleniyor. Erich’in önerdiği “bir dur! derin nefes al, yavaş yavaş ver, sessizleşmeyi dene ve yeniden bak”, tam da o sistemin aşırı yoğun çalışma halini bir molaya davet ediyor. Bunlar otobiyorgrafik benlik kalksın demek değil. İnsanın bilişsel tüm özellikleri, yetenekleri, bu yazıyı bana yazdıran beyin parçaları, otobiyografik benlikle birlikte işlev halinde. Ama sadece çok ciddiye almama, yatkınlıklarını fark etme ve kısa bir molaya davet edince belirecekleri görme konusunda meraklanma, güzel bir öneri olabilir.