Hepimiz, yaşamımızın ilk anında tek hücreliydik. Evrimden bahsetmiyorum. Anne karnındaki halimizden bahsediyorum. Daha iğne başından bile küçük, tanınmaz bir haldeyken, tek hücreliliği deneyimledik. Hatırlayamıyoruz, çünkü hatırlama eylemine sebep olan beyin hücreleri daha oluşmamıştı, ama yaşandı ve hücresel olarak hafızası-her hücremizde eksiksiz bir şekilde- mevcut.
O tek hücre, bedendeki her hücreye dönüştü.
Hepimiz hikayenin başını biliriz, hatta duygu ekleyerek anlatmayı çok severiz: milyonlarca spermden biri ile yumurta, romantik bir şekilde, veya teknik olarak, ya da yarış sevenler için büyük bir rekabetin sonucu bir araya geldi.
O an, biz olduk. Fotoğrafını çeksek, kendimizi göremeyiz. Ama bilim bizi gördü, ve bize Zigot dedi.
Hepimiz hayatımızın bir döneminde Zigot olduk.
Bu tek hücre, bölünmeye ve çoğalmaya başladı. Tek bir zarın içinde önce 2, sonra 4, sonra 8, 16, 32, 64 hücre olduk. Önceleri her hücre aynı hücreydi, yeterince çoğaldında ise hücreler değişik görevler üstlenmeye başladılar, değişmeye başladılar. Bu aşamadayken bize Blastula dedi bilim adamları.
Hepimiz bir dönem, sadece Blastulaydık!
Hücreler şekil değiştirse bile, içindeki temel madde aynı kaldı. Temel yazılım, DNA aynıydı. Dışarıdan bakan göz, onları farklı sandı, ama içine dalan kişi aynılığını gördü. Hepsi tek bir bilgiden türemişti.
Sonra Blastula olarak rahim zarına tutunduk, hücrelerimiz zara saçıldı, emildi, bazı hücreler bize ev sahipliği yapacak plasenta oldu, göbek bağı oldu, diğerleri el, ayak, kulak olmak için sıraya girdiler. Bu sırada bize başka bir isim takmaya başlayacaklardı: Embryo.
İşte şimdi annenin reglisi kesildi, bizim yaşama olasılığımız yükseldi, anne birşeylerin farklı olduğunu anlayıp doktora gitti. Doktor rahime tutunan kütleyi görünce hamileliği anladı, anne şaşkınlığını giderince sevindi. Eğer doktor dört haftalık dediyse bizim için, kalbi atan bir kurbağa yavrusuna benziyorduk daha gözlerimiz bile yoktu. Altı haftalıkta ise beyin, sekiz haftada ise gözler, iç organlar, uzuvlar ve saçlarımız olmaya başladı.
Tek bir hücre, 8 haftalıkken çoğalıp, değişip, dönüşüp, artık Fetus diye adlandırılacak bir şekil oldu. Neredeyse çıplak gözle insan yavrusu olduğu anlaşılmaya başlandı. Anne ultrasonda bu resmi görünce, çerçeveye aldı ve isim düşünmeye başladı.
Hepimiz o dönem Fetusduk!
Gelişmeye devam ederken, başından beri olduğu gibi, hiçbir hücre dışardan eklenmedi, hep varolanlar çoğaldı, gelişti… Zaten yanyana olan hücreler, sırt sırta, kol kola değiştiler, dönüştüler. Kemiklerin üzeri kasla ve dokularla kaplanmadı, evdeki koltuklara kumaşın kaplandığı gibi. Hiçbirşey üst üste gelip yapışmadı. Kaslar ve dokular hemen bir alt sıradaki kemiğe dönüşmeye hazırlanan hücrelerden etkilenerek kendi rollerini belirlediler. Birbirlerinin içinden doğdular. İstisnasız her hücre başka bir hücrenin içinden geldi.
Tek hücre, her hücre oldu.
Ama biyoloji dersleri, tıp kitapları, neşter ile bedeni parçalara ayıran sonra da bir araya getirmeye çalışan zihin yapısıyla varolan bütünlüğü hep es geçti. Kası kemiğe birleştiren, maketlerle de istediği zaman ayıran düşünce yapısı, bizi etrafımızdan kopardı, kişiliğimizi sahiplenmemiz için sürekli alkışladı, içeride yalnız hissettirdi. Buna engel olamadık.
Halbuki fizikçiler bir köşede büyük bir keşif ile bize nereden geldiğimizi anlatıp durdular!
Ana rahminde olana benzer bir olay, yaklaşık 14 Milyar yıl önce kozmik boyutta da yaşanmıştı.
Büyük Patlama!
O herşeyin başladığı, herşeyin etrafa saçılmaya başladığı eşsiz anı fizikçiler teroileriyle anlatmaya çalıştılar. Evreni sıcak bir kütle yoğunluğun yayılması ve sürekli genişlemesi olarak tanımladılar. Bu yayılım sırasında yıldızlar, gezegenler oluştu, herşey değişti, dönüştü…Şu anda aklımızın almayacağı kadar büyük bir genişliği dolduran varolan tüm maddeler, istisnasız tek bir alandan türemişti.
Tek bir nokta, her nokta olmuştu.
Bunu kolay idrak edemesek de, içimizde, hücrelerimizde bunu anımsayacak zeka var. Çünkü hepimiz tek bir noktadan türemeyi deneyimledik zaten. Yaşam bu büyülü gerçeği bize hatırlatarak kendini var ediyor.
Hep aynılığı ararken, kendimizi buna ikna etmeye çalışırken, bazı bilim adamları sayesinde ayrılığı bulamaz olduk.
Evrenin oluşumunun küçük bir sembolü, bizlerin gelişimi…Meğer her zigot, kainatın başlangıcını ve nereden geldiğimizi bize hatırlatır dururmuş…